11 Aralık 2011 Pazar

Yoldaşlarım xanax,pasifflora,laroxsyl,benexol'e

Kimi gece çok ağlıyorum bir çok sebebe birçok yenilgiye, başarısızlığa ,çaresizliğe,omuzlarımda ki baskıya,yalnız kalmaya,yapamadıklarıma ağlıyorum..
Ertesi aksam16'da uyandığımda hepsini unutuyorum sanıyorum..Olmuyor.
Kimse yardım etmiyor..
Herkes koşuyor gibi gözüküp aslında yürüyor..Kendimi ifade edememekten korktuğum için eskisi kadar savunmuyorum doğrularımı..Kelimelerin anlamlarını unutmaya başladığımı hatta kendilerini bile unutmaya başladığımı fark ediyorum.Konuşamamak ekleniyor bütün bu sebeplere..
Herkesin bir şeyler başardığını görünce daha çok ağlıyorum..
Eskisi gibi olmayan sağlığıma,eksik öz güvenim ve insanlara güvenime mesela amaçsızca yaşadığımı düşünüyorum...Korkuyorum herşey den artık..
Düşünüyorum da ben hiç istediğim birşeyi yapamıyorum.
istediğim işte çalışamıyorum,resim yapamıyorum eskisi gibi...
eskisi gibi gülemiyorum..Karnım ağrıyana kadar güldüğüm zamanları hatırlayıp ne değişti diye soruyorum kendime..
Eskisi kadar yaratıcı olamıyorum..Dedim ya doğru dürüst düşünemiyorum.Hep olduğum yerde sayıyorum.
Herşeyi unutmakta üstüme yok.Sağdan sola dönerken bile o iki saniyede neden sola döndüğümü unutorum.İsimleri,telefonları,unutuyorum sırf bu unutmama yuzunden eksık olan B12 vitamin ilacımı unutuyorum.Unutmamak için saati kuruyorum ama alarmı kpattıktan sora yıne unutuyorum..
Etrafımda ki insanların bir şeyler başardığını başarısız olduklarında bu başarısızlıkla hemen savaşabilip yenilendiklerini görünce diyorum ki demek ki bu insanlar için hayat devam ediyor..
Ben istiyorum ki eskisi gibi ''ulan çok güldük kesin başımıza bir şey gelecek'' deyip nefessiz kalana kadar gülmek istiyorum..
Ben istiyorum ki birileri bana yardım etsin,destek olsun,hayat versin,yasama tutunmak için bir sebep söylesin,mutlu olmak için bir şey göstersin,bana bir umut versin...Bu ağlamalardan çekip çıkartacak öz güveni bana sağlasın..Kendi başıma yapamıyorum..
Birisi sessiz çığlıklarımı duysun istiyorum..
Mutlu olmak ve eskisi gibi insanları mutlu etmek istiyorum...
Herkesin gerisinden gelmek istemiyorum artık..
ama yok o bahsettiğim birileri...
4senedir yok.

2 Aralık 2011 Cuma

bialıntılalalım.



Can Sıkıntısı

Her şey, şaka yollu masum bir iddiayla başladı. Güpegündüz gittim, IQ'mü ölçtürdüm. Uyyy abovvv. Albırt Aynştayn'dan iki kalem yüksek çıktı. Kendimden bunu hiç ummazdım, canım fena sıkıldı. Eeee, şimdi ne halt edecektim. Eskiden ne güzel, salak salomonje yaşayıp gidiyorken hem de.
Sonra sonra, vaktiyle, Cim Morrison'da IQ'sünü ölçtürmüş, onun da IQ'sü, Albırt Aynştayn'dan iki barem yüksek çıkmış, bu bilgiye malik oldum. Bu bilgiye malik oldum ya, canım daha da sıkıldı. Bir kavşakta donup kaldım. Önümde kız gibi, çiçek gibi, ikisi de birbirinden merdane, iki tercihli yol belirdi. Şöyle ki: Bugüne kadar bilmeden salak salamonje yaşadığım ömrümün bundan sonrasını, ya Albırt Aynştayn gibi ya da Cim Morrison gibi çar çur edecektim. Aslında ikisi de hoş seçenekti, ama ikiside ikinci el seçenekti artık, ikisine de ben, ben olarak gelemezdim ki. Sonra sonra, o hep bütün gün, yan gelip yatan adamın fıkra macerası geldi aklıma. Hani adam, bütün gün yan gelip yatıyormuş da, hani sırayla aklıevvel birileri gelip "çalışsana, zengin olursun" diyormuş da, hani bütün gün yan gelip yatan adam da hani sırayla gelen aklıevvel birilerine "zengin olunca ne olacak" diye soruyormuş da, hani sırayla gelen aklıevvel birileri de koro olarak, "zengin olur, yan gelip yatarsın işte" diyorlarmış da hani o bütün gün yan gelip yatan adam da, " zaten ben şimdi de yan gelip yatmıyor muyum? Niye yorulayım..." diyormuş ya... İşte meşhur bu fıkra geldi aklıma.
Sonra sonra, deli danalar gibi sancılı sancılı, nereye olduğunu bilmeden yürürken, düşünüp durdum. Ne kadar IQ'lersen IQ'le, başkalarının aklı kadarsın işte. Fazla IQ'nü kullanıp onları kullansan, kandırsan, sömürsen de sana yakışmaz. Onlara IQ'ün oranında huzurlu, nezih hayat reçeteleri sunmaya çalışsan da IQ'leri almaz. Eeee, fazla IQ ne yapar, cildi bozar, verem eder, can sıkar, kan akıtır, sürüm sürüm süründürür o zaman. IQ'ün var mı derdin var. Tarihte bugüne dek IQ'sü başına bela olmamış bir deha örneği var mı?
Sonra sonra, bu IQ şeyinden sonra, şeyi farkettim. Kendime çaktırmadan bir tarihi eser, bir mücevher, çok değerli bir şey olarak bakmaya başlamışım. Birileri hemen beni sit alanı ilan etmeliymiş. Eşsiz devletim, yüce milletim ya da yüce devletim, eşsiz milletim, benim etimden, sütümden, tüyümden, yünümden ve engin fikirlerimden sonuna dek yararlanmalıymış. Ne de olsa önümde, ikisi de birbirinden şık, iki şık vardı. Ya yüksek IQ'lü aklımı, Albırt Aynştayn gibi insanlık uğruna Kızılay'a ya da Yeşilhaç'a hoşa, heba edecektim ya da Cim Morrison gibi yüksek IQ'lü aklımı, kendi uğruma, keyif veren maddelere, cinselliğe, müziğe ve şiire, yani sanat denilen zillet illete bulaştırarak veba boca edecektim. Nihayet her ikisi de insanlık tarihine enteresan birer geyik tecrube olarak kalacaktı.
Hadiseyi duyan kimi güzel insanlar: "Güzel ve hisli insan ol, dünyayı süsle, bizim için geber, bize masaj yap, bizi rahatlat." gibi kırık dökük, bölük pörçük ve pılı pırtık aciz cümleler ediyorlardı. Dışım onları acıyarak keserken, içim: "Dünyanın şu hali sizin yüzünüzden değil mi? Siz peygamberleri bile anlamamışsınız. Sizin gibi kendilerini, hayatlarını, sevdiklerini sandıklarını hiç sevmeyen insan bozuntularına niye özel bir mesai harcayayım. Sizin gibi bok çuvalları için niye kılımı kıpırdatayım." diyordu.
Hadiseyi duyan kimi güzel insanlar da: "Boşver herşeyi, nerede trak, orada bırak. Marjinal ol, uçta dolaş, bütün güzel kadınlarla yat, bütün güzel keyif veren maddeleri tat, alkolik ol, cinayet işle, tarikat kur, kendini ömrüne as, zamana geril, efsane kal, tarihe mevzu ol." diyordu. Ve fakat dışım onları da acıyarak keserken, içim: "Bunca kurban, bunca katliam, bunca yalan dolan, acı, sancı, geyik muhabbeti, trip, fıkra, efsane, poster, yetmedi mi, ille de eşeğin kullağına su mu kaçırmaktır niyetiniz?" diyordu.
Eeee, ne yapacaktım ben şimdi. Koçlar gibi, zıpkın gibi, fişek gibi, eşek gibi çok yüksek bu IQ'ümle. Ve fakat ben yine bu IQ'ümün bana düşündürdükleri nedeniyle değil mi ki, ne emmeye, ne de gömmeye geliyordum. Aklımın esiriydim, aklımın eseri olarak.
Başkalarının algılama yetisine mahkum bir akılla çok acı çekiyordum. Nedenleri, sonuçları biliyor, görüyor ama birşey yapamıyordum. İktidar olmak, şekil vermek, yol göstermek ise bana dar geliyordu. IQ'sü yüksek biri olarak Albırt Aynştayn ve Cim Morrison'dan teşkil edebilecek, Albırt Morrison veya Cim Aynştayn kod adlı kokteyl bir ömür de yaşayabilirdim ancak, o da aynıydı, o da veya yusuf yusufu sıkıp kendi kendim olmak da vardı ömrüm boyunca. Lakin her durumda ne halt olacaksan ol, ille de önce "biri" olacaktın ve biri olmak ise her yerde, her zaman, herkes için aynıydı. Hem ben haykırıp durmuyor muydum: "Hiçbir yer, hiçbir şey, hiçbir kimse ve hiçbir zaman kazanamayacak." diye. Velhasıl sana sevdanın yolları, bana kolları bağlı kılkamış destanı kalmıştı.
Sonra sonra, iyice tuhaflaştım. Kendimi evlerinde çöp biriktiren insanlara daha yakın hissetmeye başladım. Kalabalık caddelerde, uzun saçlı sakallı bir halde, pejmurde kıyafetlerle ve sürekli keyif veren maddelerin katı, sıvı, gaz gibi tüm hallerini üzerimde deneyerek, bir kobay iç sızısıyla kendi kendime mırıdanıyordum: "Çöp biriktirmekle, para biriktirmek arasında hiçbir fark yok, çöpler çöp olmadan evvel kendilerince bir para değerleri vardı, para değerleri gitti, anı değerleri kaldı. Çöp de para da kokuyor, kokuşturuyor. Para çöpün hammaddesi. Hayatımızdaki herşey para olmadan önce, hiç televizyonlarda borsa haberlerinden önce evinden çöp çıkan insan haberleri çıkıyor muydu? Para eşittir çöp, çöp eşittir para yani. Sevgili insan beyler ve insan hanımlar, meridyenden kayan var."
Kimi benden ürküyor, köşe bucak kaçıyordu. Kimi de bana acıyıp cebime para sıkıştırıyor, ben de kendimi çöp bidonu gibi hissediyordum. Gündelik hayatını, "akıl, akıl gel kıçıma takıl" özdeyişine uygun bir şekilde ikame ettiren insanlara karşı ne kadar aklım olsa da kıçıma takmaktan başka bir şey yapamıyordum.
Öldüğümde o kadar yakışıklı bir ceset olacaktım ki, hiç istemesem de bir poster de ben kalacaktım hiç kuşkusuz. Sonra ne olacaktı unuttum. Sonra, ben de yattım uyudum.
met-üst

3 Kasım 2011 Perşembe

Daha 17 *

Beyaz üstü mavi benekli ve uçaklı pijamamla erkek gibi sabahın köründe kalkardım.Kısa saçlarımla ve pijamama yakışır tavsan patiklerimle televizyonun karsısına gecer bir güzel kumandayı elime alır ve başlardım çizgi filmleri izlemeye.
Hem öyle şeker kız candy!sinden tut Alplerin cevval kızı Heidi'ye kadar.İzlemediğim bölüm,bilmediğim replik yoktu.Yaş küçükken düşünceler,istenilenler,kurulan hayaller bile küçüktü.Ama yaşımıza yakışırdı.Candy'i izleyip Ordaki antony 'i candyden kıskanmısızdır büyük bir kısmımız.Ta ki karsımıza terry çıkana kadar o rüzgarda ucuşan saçlarını bı nehır kenarında gözlerı her daim kapalı sırık boyuyla korkuluk gibi bekleyısını kım unutabılır.Bide Terry'nin bi anası vardı ELEANOR BAKER.O da bi içim suydu hani.Hadi onu geçtim o heidi'nin kar kış kıyamet demeden cıbıl cıbıl ayaklarla dağlarda koşusturması ve hiç idrar yolları enfeksiyonu ne bi karın agrısı nee bi üşütme hiçbişey yok anam bu kız dagda bayırda koştur koştur.Peter assaaa peter yukarı..Bide büyükbaba var evde kalmıs inek sağıyo efendıme sölim koyunlarla takılıyo.Peterin ninesini ayartsa kadın kör nası görcek herifi.muallak işler vardı yani çizgifilmlerde de.Seneler sonra anladık ki.Şeker kız candy aslında yollunun tekiymiş.Çocukluğumu ziyan etti kaltak.Heidi'de Peterle en son koyun gezdiriyodu dağda.Hayırlısı olsun ne diyim.Bir çocuklugu böyle fırlatıp atmısken 14 sene oturdgumuz evden bi anda taşınasımız geldi.Çünkü tasınılası ev kendi evimiz olcaktı.(Ki şuan o tasınılası evin bana ait kısmından yazıyorum)Gece saat kaç olursa olsun herkezin birbirinin kapısını çaldığı,apartman hayatını herkez bilemez.Ben 14 sene mahalle'de yasadım.Komşuluk gerçek bir değer.Bütün apartman sakinleri gerçekten sakindi hep.Bi kavga, tartısma, ters düşme oldgu zaman hemen duyulur mudahale edılır tavır alıncaksa alınır.Bayramda barısılırdı.Ikı bloklu apartmanda asansöre işeyen sidikli çocuklardık,arka bahcede ki gül ağacını talan eden antigülcülerdik,olmamas meyveleri yiyip cırcır olup karın ağrısı çeken meraklı sübyanlardık,akşam ezanında evde olunması gerektiğini bilip yatsıda eve gidip 5vakit bilen veletlerdik,hep aynı bahaneyi söyleyen ortak yalancılardır.Saklanbaç oyununu oynarken tenteli kamyonun kasasına saklanıp araba calışınca bile EBE görmesın dıye ses cıkarmayan profesyonel oyunculardık.Kumdan pastalar yapıp yeşil soda şişelerini kırıpp üstüne pasta süsü yapan yaratıcı zekalardık.Cuma okuldan sonra cumartesi ve pazar prangalarından kurtulmuş mahkumlardık.Pazar günü ertesi gün okulun oldugunu hatırlatan ve o analtılmaz mide baskısını hisseden geleceğin reflülüleri,ülserlileri,gastroitlileriydik.Ve hiç anlamadıgımız bişekilde büyüyenlerdik.Sene 2003 olunca ve ben liseden mezun olup kapının önüne gelen kamyonla tasındıgımızı anladım.Yeni evin mutfagı banyosu buyuk odaları hap kadardı ama yeniydi.Tasınırken hiç aklıma gelmezdi ki bu yeni semte alışacağım.Ben sanıyodum ki hergün yine eski mahalleme giderim.Ama insanların büyüyüp,kendi kararlarıyla istedikleri yollardan hayatlarına devam etmelerini geç anlamıs bulundum.Anladıgımda o sümüklü,o yarım ay seklınde karpuz yerken boynuna kadar karpuzun suyunu akııtıp yapış yapış boyunla gezen,o zarf seksek oynarken mermer daha iyi kayıyor hemen elenir diye arkasından kuyusunu kazdıgımız çocuklardan eser yoktu..Acı olan sey kooparatifteki evi satıp daha sosyal biyere gideceğimizi beklerken daha geriden ghelen bi semte tasınmaktı bi nevi.
Yeni eve ilk tasındıgımız gün evdeki seslerin tamamı yabancıydı.Ve ev çok soğuktu.Perdeleri takıp yattık.Hatırladıgım  seyler babamın iki yan odada yatıpta bütün evi inleten horlaması, iki yorgan bir battaniye ile sabaha kadar titreyerek uyumaya çalışmam ve eve ait veli efendi hipodromunu andıran upuzuuunn balkondu..Sabah oldu...derken 15 gün geçti.Yerleştiğimiz zaman evin soğuk oldugunu anladık.Nekadar doğalgazı yaksakta ev ısınmıyordu birtürlü.Eski evimiz 3.kattaydı.Önünde hiç bina yoktu ve güneş evimizin bütün heryerini gezıyodu.Ve ben çocukken kaloriferliydi ev.son 5 sene falan olmustu doğalgaza gecelı.Yeni ev yüksek giriş katlı site içersinde lüx ama güneş almıyordu.Eski evde balkona güvercinler konuyordu,yeni evde değil balkonda güvercin hiçbir canlı yok.Önümüzde ki bina güneşin girmesini ngelliyor ve havanın erkenden kararmasını saglıyordu.Yeni evden içten içe nefret etmeye basladım daha sonralarda.Yeni evde herseyın yenı olması guzeldı ama yazın ortasında kalın coraplarla ve yorganlarla yatmak kaadar kasvet veren bısey yoktu.Ev hep soğuktu ve yazın serindi.Kansız biinsan için olabildiğinden daha kötu bı durum belkı de.Bi zaman sonra çalışmaya basladım zaten.İlk işim olan Çengelköy Maxi city avm'ye gidip geliyordum sabah 10 aksam 18 çalışıyordum kimi zamanlar öğlen 14 akşam 21 calışıyordum ve evde daha az zaman gecırıp daha az nefret edıyordum.Ozamanlar sitede yasayan diğer insanlara uzaylı gözüyle bakıyodum ve bu yasanılmaz yere hangı standartlardan vazgecip geldiklerini düşünüyodum.Bu lanetli yere tasınamıza vesilen olan Annemin 20 senelik arfkadası emlakcı Sevgili Bulut hanım(!) ve çocukluk arkadsım olan cocukları ıle aynı sitede oturmanın desteklenmesı yalnzı kalınmayısı vardı.Zaten aynı aıle ıle 20 senedır görusuyoruz ve eski apartmanımızdada bı dönem komsu olduk.İizinlerimi evde geçiriyodum.Tahammül edilmeyecek dereceye gelıncede eski mahalleme gidip kendi çplüğümde ötüyodum rahatca..Sonra sitenin ozaman ki 15-16 yasında ki çocuklasrı bizim kapıya musallat oldu.Zile basıp kaçmaya başladılar.Bi zaman sonra bende onları kovalamaya basladım.Sitede ki tek arkadasım Gülçin'le Veli efendi balkonumuzda oturup muhabbet ederdik.Ben çalışıp dururdum.Oda sonra çalışmaya basladı ve aksamdan aksama görüşmeye basladık.Yine bigün izin günümde zile basıldı hemen kostumkapıyı actım normalde zile basan dümdüz kaçması gerekirken yukarı kata doğru kaçanı gördüm(!) gördüm ve bidaha zile basılmadı...Birisi çıkıp bana ; 8 sene sonra bu zile basan çocuğa aşık olucaksın dese,defol git lan basımdan derdim heralde..Öyle de lanet huyluyumdur yani..